Ahmet Ali Arslan ile bu sohbetimizde doğa ile iç içe sürdürdüğü yaşamından ve ilham kaynaklarından bahsettik.
Fotoğraflar: Elif Kahveci (@elifkahveci)
1) Ahmet Ali Selam! Önce bize biraz kendini anlatmak ister misin? Nasıl bir eğitim aldın, nerede yaşıyor ve çalışıyorsun? Şu sıralar en çok ne yaparak vakit geçiriyorsun?
Selam! Mersin’de doğup İstanbul’da büyüdüm. Eğitim hayatım Robert Kolej’de başlayıp akabinde Columbia Üniversitesi’nde Elektrik-Elektronik Mühendisliği ile devam edip bir U dönüşüyle İTÜ MİAM’da Ses Mühendisliği Master’ı ile nihayetine erdi.
Geçtiğimiz Eylül’de İstanbul’dan Ayvalık’a taşındım. Minimal bir stüdyo ekipmanı ile kendi müziklerimi düşleyip kaydetmeye, nadiren de olsa başka sanatçılara prodüktörlük yapmaya devam ediyorum. Bir yandan Ayvalık’ta okul öncesi çocuklarla müzik atölyeleri yapmaya başladım.
Şu sıralar gündemimde biri bitmek üzere, biri başlamak üzere olan iki albüm var: her şarkıya bir konuk aldığım sözsüz, ambient, pastoral bir albüm ve grubumu toparlayıp kolları sıvadığım 4. şarkı albümü. Bir yandan Temmuz ve Ağustos’ta göçebe olacağım. Ayvalık’taki işleri toparladığım tatlı bir telaştayım.
2) Klasik bir gününü bize anlatmak ister misin? Mesela hazırlanman gereken bir performans yoksa o gün neler yaparsın?
Ayvalık’ta hayat yavaş ve kolay. Sabah 8 buçuk gibi kalkıp küreğe gidiyorum. Arabayla 10 dakika küreğe gidiş geliş, arada bir öğrencilere yine kısa mesafe gitmeler dışında zaten araba kullanmıyorum. Kürekten geldikten sonra hafif bir kahvaltı. Gerekirse minik bir çarşı gezisi. İnsan İstanbulda bir hafta ayırdığı işleri burda bazen 1 saatte halledebiliyor. Gündüz genelde evde çalışıyor oluyorum. Gitar, bilgisayar veya defterle… Öğleden sonra yarım saat bir saat okumam var. Dersim varsa onlara hazırlanıyor, gidip geliyorum. Akşamüstüne doğru hava güzelse deniz veya yürüyüş veya eş dostla bira patates. Haftada iki üç gün evde yemek yaparım, yapmamışsam da akşam coğrafyamızın nimetlerinden yararlanmaya dışarı çıkarım. Bağımsız bir sanatçı olunca çoğu şeyi kendin yaptığın için iş tanımı çok geniş oluyor, bazen kendi afişimi yapıyorum, kendi video teaser’ımı yapıyorum, bazen basın bültenimi yazıyor oluyorum… İş değişiyor, konular aynı.
3) Doğada çok vakit geçiyorsun, ilhamını nereden aldığını söylersin?
Doğada tek başıma kalmak bana hep kendim olmanın ne demek olduğunu hatırlatır. Göz önünde bir kariyer seçmiş olmama rağmen insanlardan en uzakta evde gibi hissediyorum. Yürümenin o amaçsız tekrarı, her mevsim başka sürpriz yapan coğrafya, gözünü ve kulağını ilgi talep ederek veya ilgini gasp ederek değil güzellik arz ederek zorlamadan davet eden bir dünya… Biraz dağıldığımı hissedeyim, bir şeylerin beni tetiklediğini, merkezimden uzaklaştırıp çocuklaştırdığını hissedeyim, bir kaç saat kaybolmak genelde geri gelmeye yetiyor. Kafanızda bir şeylerle kavga ediyorsunuz mesela, bir yandan yürüyorsunuz ve saatler boyu etrafınızdan dağlar taşlar çiçekler ağaçlar akıyor. Bir noktada kafanızı kaldırdığınız bir an var, nerdeyse perde kalkması gibi: a! ben burdayım, bu ağaçlar burda, saatlerdir yürüyorum. Bir kaçıştan ziyade aslında hayatımı daha net görmemi sağlıyor. Bu yürüyüşlerden şehre döndüğümde en net kararlarımı veriyorum, beni bazen ele geçiren çocukça korkularım güdük kalıyor.
4) Müzikte deneyimlemek istediğin ve bugüne kadar deneyimlemediğin neler var?
Bir senfoni orkestrasıyla çalmak isterim. Ne çalar ne söylerim bilmiyorum ama o orkestranın ortasında olma fikri tüylerimi diken diken ediyor.
Daha küçük bir hayal olarak aslında yaratıcı prestij anlamında elim biraz rahatlasın isterim. Ne olursa olsun birebir bağlantı olmadığında işinde isim yapmış insanlar birlikte çalışmak için önce bir tanınırlığına bakıyorlar. Gönlümden geçtiği gibi “şu yönetmenle, şurda, şöyle bir klip çekmek isterim” veya “şu trompetçi ve şu kemençeciyi bir araya getirip şurada bir albüm kaydetmek isterim” minvalinde hayallerin kapılarının açılması dileğim.
5) Konsere hazırlanırken, öncesinde stüdyonda prova yapıyor musun? Yoksa doğaçlama mı ilerlemeyi tercih ediyorsun? Süreç nasıl ilerliyor?
Çok doğaçlamaya yaslanan bir müzisyen değilim. Doğaçlama müziğin iyi olması için bence gerçekten müzikte veya enstrumanda bir takım sınırların zorlanması gerekiyor. Yoksa aynı kalıplara düşüyor insan. Biraz ketum olabiliyorum müzikte. Herkesin katılabildiği bir drum circle mesela benim için kabustur… Grupla da olsa solo da olsa prova yaparım/yaparız ama şarkılardan ve/veya birbirimizden sıkılmayacak kadar. Yani ben ona doğaçlama demedim ama ana bırakılan birçok karar var. Her zaman bir kısmet faktörü kalsın isterim.
6) İlk yer aldığın sahne hangisi? Ve en zevk aldığın performansından biraz söz eder misin?
Şarkılarımı ilk kez Sofar kapsamında Galata’da bir evde çaldım. İlk albümüm Günaşığı’nın lansman konserini Salon İKSV’de vermiştik. Çok keyifli geçen bir çok konser verdik sonrasında ama o gün benim için rüya gibiydi. Konuklar cillop, eşim dostum etrafımda, kalabalık bir salon… Cenk Erdoğan’ın konuk olduğu bir “Mehtap” performansımız var Youtube’da. Sonundaki yüz ifadem her şeyi anlatıyor…
7) Kariyerindeki en büyük hayalin nedir ve ilerde kendini nerede ne yaparken hayal ediyorsun?
En büyük hayalim bir zamanlar Harbiye Açık Hava’da çalmaktı. Hâlâ da halihazırda var olan başka bir sahneyi tercih etmem galiba. Ordaki sessiz tarih, o nefes nefese birlikte söylenen şarkılar dokunuyor bana. Şarkılarımın başkenti de burası.
Yine de en büyük hayalimi bilmiyorum ve bu hoşuma gidiyor. Hissini, rengini hayal edebiliyorum, ama henüz ortada yok: Likya Yolu etrafında bir yerde, iz bırakmayan, kalabalık ama sessiz sakin bir festival. Belki bir gün.
8) Biriyle sahne almak isteseydin bu kim olurdu?
Fikret Kızılok’a hayalimde “Fiko” diyecek kadar yakınım. Enteresan olurdu, ses rengimiz benziyor biraz. Canlı dostlarımızdan David Gilmour bir konserime konuk olsa da birkaç solo atsa mesela, düşününce eriyecek gibi oluyorum. Bir yandan sert müzik yapmak isterdim – Rage Against The Machine’le sahnede olsam da kırsam döksem biraz bağıra bağıra…
9) Bu keyifli röportajın sonunda bize zaman ayırdığın için teşekkür ederiz. Son olarak, senin de son zamanlarda takip ettiğin ve okuyuculara önermek istediğin bir film, kitap ya da bir şarkı listesi var mı?
Joseph Campbell kitabı Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nu hararetle tavsiye ederim. Campbell dünyanın her tarafından mit örnekleriyle insan nasıl yaşıyor, yaşadıklarını nasıl hikayeleştiriyor sorularına cevap arıyor. Hem kendi hayatıma daha renkli bir gözle bakmamı sağladı, hem de benden çok daha büyük bir hikayenin parçası olduğumu hissettirdi. Sözlü ve yazılı dünya edebiyatı üstünden psikoloji okuyor aslında.
Ahmet Ali Arslan: @ahmetaliarslann